top of page

Bankalar Parayı Nasıl Yoktan Var Eder?

  • Writer: Ahmet Canlı
    Ahmet Canlı
  • Oct 5, 2024
  • 4 min read

Updated: Oct 6, 2024

“Altın, paradır. Gerisi yalnızca kredidir.”

-JP Morgan

 

1971’de Nixon Kararları sonucu ABD’nin altın standardını terk etmesiyle birlikte para arzı kontrolden çıkmış ve günümüze kadar yaklaşık 40 kat artmıştır. Bu dönemde para basımındaki bu muazzam genişleme, Amerikan dolarının değerini önemli ölçüde kaybetmesine yol açmış, enflasyonist baskılarla birlikte halkın alım gücünü ciddi şekilde azaltmıştır. 1971 yılında 1 dolarla alınabilen mal ve hizmetler, bugün aynı dolar miktarıyla alınamaz hale gelmiştir. Öyle ki 1971’de elinizde olan 1 dolarlık bir satın alma gücü, bugünün koşullarında ancak 7 sent değerindedir. Bu dramatik düşüş, aşırı para arzının toplum üzerindeki yıkıcı etkilerinin en somut göstergesidir.


Para arzının kontrolsüz şekilde artmasıyla birlikte ekonomik dengenin nasıl bozulduğunu gördüğümüzde, para politikalarının ne denli güçlü bir araç olduğunu daha iyi anlıyoruz. 1971’de altın standardının terk edilmesiyle yaşanan bu genişleme, benzer şekilde, diğer ülkelerde de farklı araçlarla gerçekleşmektedir. Bu genişleme mekanizması, zorunlu karşılık oranları üzerinden işler.


Zorunlu karşılık oranı mekanizması, görünürde, bankaların topladığı mevduatların belirli bir kısmını Merkez Bankası'nda zorunlu olarak tutmasıyla bankaların kredi verme kapasitelerini kontrol etmek ve piyasaya akan para miktarını sınırlamayı amaçlasa da sonuçları itibarıyla enflasyonist bir etki yaratmaktan kaçamaz. Sonuçta, kötü para politikaları kötü ekonomi yaratır. Kısa vadeli kârlar peşinde koşan bankacılık sistemi, eninde sonunda ekonomik çöküşlerin ve enflasyonun en büyük sebebi haline geliyor.



"Enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur.”

Milton Friedman

 

 

Kısmî rezerv bankacılığı ve zorunlu karşılıkları kullanan bankalar, ellerinde bulundurdukları mevduatın çok ötesinde bir para yaratma kapasitesine sahiptir. Bu, para arzının sürekli genişlemesine neden olur. Somut bir dille açıklamak gerekirse, ülkemizde kısa vadeli mevduatlar için güncel olarak uygulanan zorunlu karşılık oranı %15. Bu oranla birlikte bir banka her 100 liralık mevduatın yalnızca 15 lirasını Merkez Bankası'nda tutar, geri kalan 85 lirayı kredi olarak verir. Bu krediler tekrar mevduatlara dönüşür ve süreç tekrarlandıkça ekonomideki toplam para miktarı katlanarak artar. Nihayetinde sistem, genişleyen para arzının enflasyonu doğrudan tetiklediği bir süreci harekete geçirir.

Haydi, birlikte bankaya 100 lira yatıralım ve yatırdığımız bu 100 liranın izini sürelim. Para çarpanı mekanizması ile bankaların 100 liradan sihirli bir şekilde nasıl 567 lira daha üretebildiğine bakalım:

  1. Rezerv Ayrılması: Banka, az önce yatırdığımız 100 liranın %15'ini yani 15 lirasını rezerv olarak ayırır. Bu rezerv, ya kasada tutulur ya da Merkez Bankası’nda zorunlu karşılık olarak ayrılır. Kalan 85 lira ise banka tarafından gerçek ya da tüzel bir kişiye kredi olarak verilebilir.

  2. Kredi Verilmesi: Banka, 100 liralık mevduatın 85 lirasını kredi olarak verebilir. Kredi verilen bu 85 lira, örneğin başka bir kişi veya işletmeye gider ve o kişi/işletme de bu parayı kendi hesabına yatırır.

  3. Yeniden Rezerv Ayrılması: Bu yeni mevduat (85 lira), başka bir bankaya yatırıldığında, o banka da aynı şekilde %15’lik rezerv oranına tabi olur. Yani, bu 85 liranın %15’i olan 12.75 lira rezerv olarak tutulur, geri kalan 72.25 lira ise kredi olarak verilebilir.

  4. Kar Topu: Bu işlem böyle devam eder. Her seferinde bankalar ellerine geçen paranın %15’ini rezervde tutar, geri kalanını kredi olarak verir. Bu süreç, para arzını katlamalı olarak artırır.

Bu mekanizma para çarpanı adı verilen bir etkiye yol açar. Rezerv oranı %15 olduğunda, teorik olarak başlangıçta yatırdığımız 100 liralık mevduat, zamanla toplamda 1/0.15 = 6.67 katına çıkarak 667 liraya kadar ekonomik sisteme kredi olarak sokulabilir ve ekstradan 567 liralık bir para arzı genişlemesine yol açar.

 


Bu sistem, Alfred Marshall'ın da belirttiği gibi "Sınırsız kredi, sınırsız borç demektir." anlayışının temelini oluşturur. Oysa bu para yaratma süreci, ekonominin reel büyümesinden bağımsız bir şekilde gerçekleşir. Para arzı genişlerken üretim aynı oranda artmazsa kaçınılmaz son olarak enflasyon ortaya çıkar. Elbette burada iktisattaki “ceteris paribus” formülünü kullanıyoruz. Denklemimizde oy toplamaya çalışan işgüzar politikacılar veya enflasyon arttıkça fakirleşen halka rağmen zenginleşen bankalar yok.


"Halka rağmen zenginleşen bankalar" demişken; zorunlu karşılık oranlarıyla bankaların kredi verme kapasitelerinin sınırlandırıldığı iddia edilse de aslında bu sınırlamalar büyük ölçüde yüzeysel kalıyor. Özellikle gelişmekte olan ekonomilerde bankalar kendilerine sunulan esneklikle kredileri sınırsız bir şekilde genişletebiliyorlar. Merkez bankaları da genellikle bu tip ekonomilerde daha fazla para basar ya da faiz oranlarını düşürerek piyasada bankalar aracılığı ile daha fazla kredi verilmesini sağlar. Krediler vasıtasıyla para arzı arttıkça, hane halkı ve şirketler daha fazla borçlanma eğiliminde olur. Kredi arzı arttıkça bankalar düşük maliyetli krediler sunarak müşterilerine finansman sağlarlar. Bu kredilerin faizi, bankaların başlıca gelir kaynaklarından biridir. Borçlular, bankalardan aldıkları kredilerle tüketim ve yatırım yaparken, bankalar bu kredilerden faiz geliri elde eder. Böylece, enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde bankaların kredi faaliyetleri artar ve bu durum bankaların gelirlerini doğrudan etkiler.


Tüm bunlar yaşanırken enflasyon sebebiyle zaten paralarının değeri düşen hane halkı, üzerine bankalara borçlanarak daha da fakirleşirler.


Milton Friedman’ın bu noktada yaptığı eleştirilerde olduğu gibi, bu politikaların arkasındaki en büyük tehlike, para arzının kontrolsüz bir şekilde genişlemesi ve enflasyonun kaçınılmaz hale gelmesidir. Sonuç olarak, kredi genişlemesi her ne kadar ekonomik büyümeyi teşvik ediyor gibi görünse de bu büyüme aslında sürdürülebilir bir büyüme değildir. Bir balon misali şişen ekonomi, para politikalarının getirdiği yük altında patlamaya mahkûmdur.


1971’denbu yana defalarca görüldüğü gibi para arzının dengesini sağlamak, zorunlu karşılık oranlarıyla mümkün değildir. Çünkü bu oranlar sadece birer yanılsamadır; asıl sorun para arzının sınırsız genişleyebilmesidir. Büyük ekonomistlerin de vurguladığı üzere, para politikalarının sürdürülebilir ve reel büyümeye dayalı olması gerekmektedir.


Ancak zorunlu karşılık oranları, bankacılık sisteminin kısa vadeli kârlar peşinde koşmasına ve enflasyonun kontrolden çıkmasına yol açan bir düzenlemeye dönüşebilir.

Sözün kısası, rahmetli Adam Smith’in doktrine ettiği “görünmez el”i hepten yitirdik. Bununla birlikte piyasada, ticarette, para politikalarında ayan beyan görünen bir el var. Her geçen gün piyasaya daha fazla para sokarak halkları daha da fakirleştiren bir el…

 

Kötü para politikaları, kötü ekonomi yaratır. Kısa vadeli kârlar peşinde koşan bankacılık sistemi, eninde sonunda ekonomik çöküşlerin ve enflasyonun en büyük sebebi haline geliyor.


Ahmet Canlı, 6 Ekim 2024

Yazara buradan ulaşabilirsiniz:

Comments


bottom of page